24 Eylül 1925 yılında kabul edilen Şark Islahat Planı, Şeyh Said İsyanı ardından sistematik olarak Kürdistan’a ve Kürt Halkı’na karşı geliştirilen çok kapsamlı bir soykırım planıdır. Aynı yıl İzale-i Şekavet Kanunu (Eşkıyalığı Ortadan Kaldırma Kanunu) ve Takrir-i Sükun Kanunu (Susturma Yasası) da çıkarılması söz konusudur. Bu planın ilgili kanunları peyderpey Meclisten geçirilerek uygulanacaktır
Şark Islahat Planına İlişkin Birkaç Söz
Şark Islahat Planı esasta, Kürt Halkı’nı
inkar ve imha etmenin planı olup Kürtleri eritmenin detaylarını, kültürel
olarak bu coğrafyadan silmenin ve yozlaştırmanın oldukça bütünsel ve ayrıntılı
yol haritasıdır.
Şark Islahat Planı bunun için, en çok da Kürtlerin
dillerinin tasfiyesi üzerinde durmuştur. Dil yasakları ve asimilasyonu üzerinde
yoğunlaşmıştır. Kürtlerin kültürel değerlerinin yasaklanması ve ülkelerini terk
etmeye zorlanmaları üzerinde yoğunlaşmıştır. Kendi otantik isimlendirmelerini
kaldırarak Türkçe oluşturan yeni bir toplumsal bellek yaratma üzerinde
yoğunlaşmışlardır. Özcesi Şark Islahat Planı, Kürt Halkı’na yönelik asimilasyon
(eritme) ve soykırım (yok etme) üzerine kurulu plandır ve günümüze değin
geçerliliğini koruyan uygulamalı bir planlamadır.
19 ve 20. yüzyılda dünya milliyetçilik ve ırkçılık tarihi
incelendiğinde, Şark Islahat Planı’nın kendi nevi şahsına münhasır en
soykırımcı ve faşizan toplumsal mühendislik örneklerinden biri olduğu ve
kesinlikle yeni kavramlarla tanımlanması gerektiği kendiliğinden açığa
çıkmaktadır.
Bunun için Başkan Apo, “çubuğu tersten bükmek” şeklinde bir
tanımlama yaparak “kapitalist modernist uygarlığın söylediklerinin tersi
doğrudur” demiştir. Kıssadan hisse olarak, köklere yeniden sıkı sıkıya
sarılmadan Kürtlere karşı uygulanan kültürel soykırımı aşmanın başka bir yolu
yoktur. Unutulmamalı ki Başkan Apo son savunmasına ilk önce “Kültürel Soykırım
Kıskacında Kürtleri Savunmak” ismini vermiştir. Bunun için Kültürel Soykırım
Kıskacında olmayı hissetmek ve duyumsayarak yaşamak çok önemlidir. Zira başka
türlü toplumsal varlığımızı, zaman ve mekan bağlamında oluş halimizi gerçekleştirmemize
imkan yoktur. Bu hem oldukça reel ve objektif olarak ontolojik varoluşumuzun
sahih koşulları açısından böyledir hem de düşünsel ve felsefik olarak
insan-toplum-evren bağlamında kendimizi toplumsallığımızla ve evrenle ilişki
halinde tanımlayabilmemiz ve anlamlandırabilmemiz için böyledir. Dolayısıyla
asimilasyon ve soykırım kavramlarını kendi gerçekliğimizi hissederek
anlamlandırmamız adeta olmazsa olmaz kabilinden bir ruhsal ve akli
zorunluluktur.
Asimilasyonu Başkan Apo:
“Asimilasyon kavramı uygarlık toplumlarında iktidar ve
sermaye tekellerinin kölelik statüsü altına aldıkları toplumsal grupların
üzerine uyguladıkları ve kendi eki, uzantısı durumuna indirgemek için tek
taraflı ilişki ve eylemini ifade eder.
Asimilasyonda esas olan, iktidar ve sömürü mekanizmasına en
az maliyetle köle oluşturmaktır. Asimile edilen grubun öz kimliği ve direnci
dağıtılıp kırılarak hakim elit içinde, hizmetlerine en uygun kölelerin
derlendiği konuma düşülür. Burada asimile edilen köleye düşen temel işlev, efendisine
mutlak benzeşme, eki, uzantısı olma uğruna her tür çabayı göstererek kendini
kanıtlamak ve böylelikle sistemde kendine yer yapmaktır. Başka hiçbir çaresi
yoktur. Yaşayabilmek için eski toplumsal kimliğini bir an önce terk etmek,
efendilerinin kültürüne kendini en iyi adapte etmek tek seçenek olarak
sunulmuştur. Asimilasyonu yaşayan toplum en uysal, en çalışkan ve uşaklıkta
yarışan vicdansız, ahlaksız ve zihniyetsiz insan taslaklarından oluşur. Özgürce
hiçbir karar ve eylemi yoktur. Tüm toplumsal kimlik değerlerine ihanet
ettirilmiştir. Hakim elit, asimilasyon toplumuna bu kimliksizliği dayatmak için
iki temel silah kullanır; birincisi çıplak fiziki zor’dur. En ufak isyan ve
başkaldırıda imha kılıcı başında sallanmaktadır. İkincisi açlıkla, işsizlikle
karşı karşıya bırakmaktır” diye tanımlamaktadır.
Soykırım’ı:
“Asimilasyon yöntemleriyle üstesinden gelinemeyen halkın,
azınlıkların, her türlü farklı din, mezhep, etnik grupların fiziki ve kültürel
olarak tamamen tasfiyesini amaçlar.
Fiziki soykırım yöntemi genellikle hakim elit kültürüne,
ulus-devlet kültürüne göre üstün konumda olan kültürel gruplara uygulanır.
Bunun tipik örneği Yahudi kültürüne ve halkına uygulanan jenositlerdir. Tarih
boyunca Yahudiler, hem maddi hem manevi kültür alanında en güçlü kesimleri
oluşturduğundan karşıt kültürlerin fiziki darbe ve imhalarına maruz kalıp sık
sık pogrom denilen soykırımlara da uğratılmışlardır.
İkinci soykırım yöntemi olan kültürel soykırım denemeleri
ise, daha çok hakim elit ve ulus-devlet kültürüne göre zayıf ve gelişmemiş
durumda bulunan halk, etnik ve inanç gruplarının üzerinde uygulanır. Temel
mekanizma olarak hakim elit ve ulus-devletin dil ve kültürü içinde tümüyle
tasfiye edilmeyi amaçlayan başta eğitim olmak üzere her türlü toplumsal
kurumların cenderesi içine alınıp varlıkları sona erdirilmeye çalışılır. Fiziki
imhaya göre daha sancılı ve uzun sürece yayılmış bir soykırım türüdür.
Yarattığı sonuçlar, fiziki soykırımdan daha felaketlidir. Bir halk veya
herhangi bir topluluk için yaşamda karşılaşabileceği en büyük felaket
niteliğindedir. Varlığını, kimliğini toplum doğasının tüm maddi ve manevi
kültürel unsurlarını terk etmeye zorlanmak, uzun sürece yayılmış kitlesel
çarmıha gerilmekle özdeştir” diye tanımlayan Başkan Apo’nun bu çarpıcı
tanımlamasından sonra, Planın içeriğine göz attığımızda tüylerimizin ürpermesi
işten bile değildir.
Nedir bu Şark Islahat Planı dedikleri yok etme planı, neyi
içeriyor bu plan, hedefleri nedir?
Şark Islahat Planı 24 Eylül 1925 tarihinde kabul edilmiş
olup toplam 27 maddeden oluşmaktadır:
1. madde: Kürdistan’a idare i örfiye dedikleri sıkıyönetimin
ilan edilmesi.
2. madde: Kürdistan, 5 umumi müfettişlik mıntıkasına
düzenlenir ya da bölünür.
3.madde: Mahakim-i nizamiye ve divan-ı harb-i örfilerde yani
sivil ve askeri mahkemelerde sivil hakim bulunmayacaktır.
5. madde ise: “Van şehri ile Midyat arasındaki hattın
garbında Ermenilerden metruk araziye Türk muhacirleri yerleştirilecektir. Bunun
için idare-i örfiye mıntıkasındaki vilayette bulunan Ermeni emvali maliyece satılmayacak
ve hatta Kürtlere icar dahi edilmeyecektir. Yugoslavya'dan gelmekte olan Türk
ve Arnavutlar ile İran ve Kafkasya'dan gelecek teşkil edeceği muhacirin
evvelemirde Elaziz, Ergani, Diyarıbekir, Elaziz, Palu, Kiğı, Palu, Muş
arasındaki Murat Vadisi, Bingöl Dağı'nın şark ve cenubu ve Hınıs, Murat
vadileri, Muş Ovası, Van Gölü havzası, Diyarı Bekir, Garzan, Bitlis hatlarında
iskan edilecek. Bunlardan başka Rize, Trabzon Vilayetleri ile Erzurum
Vilayeti’nin şimali şarki kazalarında mütekasif olan halktan inzimam ve
muvafakatlar ile ve muhacirlerin iskanı için müttehez şeraitten istifade ederek
Hınıs Çayı ve Murat Vadisi'ne ve Van Gölü'nün şimal mıntıkasına
naklolunacaktır.
Şarka yerleştirilecek muhacirin ve yerli Türklerin iskan
edilecekleri mıntıkalara kadar hükümetin vesait-i seriası ile nakilleri ve
esnay-i nakilde iaşeleri ve evlerinin taraf-ı hükümetten inşası bir senelik
iaşelerinin temini, hayvanat ve alat-ı ziraiyelerinin de kezalik taraf-ı
hükümetten itası lazım gelir.
Türk muhacirinin yerleştirileceği Ermeni emvalini vesaik-i
tasarrufiye ibraz edemeyerek ne sebeple olursa olsun işgal etmiş olan Kürtler
çıkarılarak geldikleri eski yerlerine iade veya arzu ettikleri garpte hükümetin
irae edeceği mahallere naklolunacaktır.
Yerleştirilecek Türklerin, Kürtlerin taarruzundan
muhafazaları için tedabir-i mahsusa alınacaktır.
1341 senesinde azami 50 bin nüfus sevk ve iskan edileceğine
nazaran: 1.000.000 Nakil masrafı otomobil, iaşe ve saire beher nüfusa 20 lira
hesabile. Yani buraya nakledileceklerin masrafları karşılanacaktır.
Ayni veçhile 10 senede Yugoslavya, Bulgaristan, Kafkasya ve
Azerbaycan'dan beş yüz bin nüfusun celp ve bâlâda arz edilen mıntıkaya
yerleştirilmesi için 1343′ ten itibaren her sene bütçeye ekalli beş milyon lira
tahsisat konması lazımdır.”
6. ve 7. madde: Kürtlerin ve Ermenilerin mal varlıklarını ve
nüfus sayımını yapmayı ele alıyor.
8. madde: İsyan sürecinde ortaya çıkan tüm zararların,
isyana kalkışanlardan tahsis edilmesine dönük bir karardır.
9. madde: “İsyanı teşvik ve idare etmiş olanlar ile bunların
akraba ve taallukatı ve rüesadan hükümetin şarkta kalmalarını muvafık görmediği
eşhas, aile ve taallukati ile beraber garpta hükümetin göstereceği mahallere
nakledilecektir. Terk edecekleri emval ve arazi hükümetçe satın alınarak bedeli
nakden ita veya nakledilecekleri mahallerde ayni kıymette emlak ve arazi tefviz
olunacaktır.”
Yani direnmiş olanlar göçertileceklerdir. Devletin
belirlediği yerlere bu göçertmeler yapılacaktır.
“İsyan harekatı esnasında hükümete arz-ı hizmet ve sadakat
edenlerden hükümetle beraber bizzat isyan aleyhinde hareket etmiş olan rüesanın
nakilleri tehir olunacaktır.”
Yani devlet yanlısı tutum takınanlar, işbirlikçiler ve kendi
halkına karşı kullanılmış olanların bir müddet daha göç ettirilmeleri
ertelenecektir.
10. madde: Aşiretlerin lağvedilmesine dönük bir karardır.
Ancak bunu yapabilmek için bir sürü memura ihtiyaç vardır. Sayımı ve tespiti
gerekecektir. Bunu yapacak memurlar kesinlikle Kürt olmayacaklardır.
Oraya gönderilen memurlar maaşlarına yüzde 75 zam
alacaklardır. Üç yıl kalanlar başka yerlere yani Türkiye’de istedikleri yerlere
terfi edilebileceklerdir. Ordu ailelerine mensup kişilere 1,5 kat fazla erzak
artışı sağlanacaktır.
11. madde: Sınır illerde, Hakkari ve Van gibi yerlerde
askeriyenin sayısı artırılacaktır. Ek taburlar ve alaylar oluşturulacaktır.
12. madde: “Silahlar toplanacak ve silah taşınması men
edilerek ancak vesika tahtında taşınmasına müsaade edilecektir. Vesikasız
silahlar evlerde dahi olsa müsadere edilecek ve sahipleri Divanı Harbi Örfilere
tevdi olunacaktır.”
Yani silahlar yasak olacak vesikasız silah bulunduranlar
Sıkıyönetim Harp Divanı’na götürüleceklerdir.
13. madde: “Aslen Türk olup Kürtlüğe mağlup olmaya başlayan
berveçhi ati Malatya, Elaziz, Diyarıbekir, Bitlis, Van, Muş, Urfa, Ergani,
Hozat, Erciş, Adilcevaz, Ahlat, Palu, Çarsancak, Çemişkezek, Ovacık,
Hısnımansur, Behisni, Arga, Hekimhan, Birecik, Çermik vilayet ve kaza
merkezlerinde hükümet ve belediye dairelerinde ve sair mücessesat ve
teşkilatta, mekteplerde, çarşı ve pazarlarda Türkçeden maada lisan kullananlar
evamir-i hükümete ve belediyeye muhalif ve mukavemet cürmile tecziye
edilirler.”
Yani Türklükleri giderek zayıflayan ve Kürtlüğe mağlup
olanlar Kürtçe konuşmaları durumda para cezasına çarptırılacaklardır.
14. madde: “Aslen Türk olan fakat Kürtlüğe temessül etmek
üzere olan bulunan mevkide ve Siirt, Mardin, Savur, gibi ahalisi Arapça konuşan
mahallerde Türk Ocakları ve mektep açılması ve bilhassa her türlü fedakarlık
iktiham olunarak mükemmel kız mektepleri tesis ve kızları mekteplere
rağbetlerinin suveri adide ile temini lazımdır.
Hassaten Dersim, tercihan ve müstacelen leyli iptidailer
açılmak suretiyle Kürtlüğe karışmaktan bir an ewel kurtarılmalıdır.”
Yani aslen Türk olup da ancak Kürtlüğe doğru kayan ya da
Arapça konuşan yerlerde Türk Ocakları, okulları, özelde de kız mekteplerinin
açılması özendirilmelidir. Bu durum özelde Dersim’de hızla uygulanarak Türk
olup da Kürtlüğe kayanların önü alınmalıdır.
15. madde: Dersim’de çıkmak isteyenlere devletin göstereceği
yere gönderilmeleri.
16. madde: “Fırat garbındaki vilayetlerimizin bazı akvamında
dağınık bir surette yerleşmiş olan Kürtlerin Kürtçe konuşmaları behemehal men
edilmeli ve kız mekteplerine ehemmiyet verilerek kadınların Türkçe konuşmaları
temin olunmalıdır.”
Fırat’ın batısında dağınık yerleşmiş olan Kürtlerin Kürtçe
konuşmalarının önüne geçilmeli, Kız Mektepleri’ne ağırlık verilerek Türkçe
konuşmaları garanti altına alınmalıdır.
17. madde: “Hükümet binaları ile Jandarma karakolları ve
askeriye ve hudut karakolları süratle inşa edilecektir.”
18. madde: “Rejimin öncelik vereceği stratejik yerlere
ulaşılacak şekilde yolların inşa edilmesi.”
19. madde: “Şark şimendiferlerinin Erzincan'a, Sivas,
Elaziz-Diyarıbekir, Elaziz-Çapakçur-Muş, Van Gölüne mümkün olduğu kadar az
zamanda varmasını temine çalışmak lazımdır.”
Yani yukarıda ismi geçen illere hızla demiryolların
ulaştırılması için çalışılmalıdır.
20. madde: “Bilumum karakollar, müdafaaya müsait inşa edilmekle
beraber telefon ve helyosta ile mücehhez olmalıdır. Bu mıntakada behemehal
birkaç telsiz istasyonu bulunmalıdır.”
21. madde: “Kaçakçılık, istihbarat, casusluk ve emniyet
noktaları gibi hususlarda sınır komiserleri genel sıkıyönetim idaresinden (Umumi
Müfettişten) izin alırlar.”
22. madde: “Kaçakçılığı engellemek için sınırlarda birkaç
tane zırhlı aracın alınması.”
23. madde: “Bu alanlarda görev yapacakların maaşlarına zam
yapılmasını.”
24. madde: “Bu mıntıkaya yabancı kişi ve kurumlar hükümetin
izni olmadan giremeyecektir.”
25. madde: “Nüfus sayımı yapılan yerlerde hızla askeri
şubeler inşa edilecektir. Ve buranın insanları askerliklerini bu bölgenin
dışında yapacaklardır.”
26. madde: “Bu mıntıkada hükümet, bütün şuabat-i idarede
halkın işini bilavasıta ve bizzat görmeli ve mutavassıtları şiddetle red ve men
eylemelidir.”
27. madde: “İllere ilişkin düzenlemeler gibi hususlar genel
sıkıyönetim sürdükçe ertelenebilir.”
Yukarıda özetleyerek ele aldığımız Şark Islahat Planı
ivedilikle uygulanmaya başlanmıştır. Bu plan dahilinde Kürdistan adım adım
işgal edilmiş, katliamlardan geçirilmiş, Türklerin kültürel yayılma alanı
haline getirilmesi için Kürt dili, kültürü ve her türlü geleneklerinin
yasaklanmasına dek küçük ve gözden düşürülmesi için her şey yapılmıştır. Benzer
bir uygulama Ermeniler ve burada yaşayan başka halklar için uygulanmış olsa da,
hiç biri Kürtlere yönelik olanı kadar komplike ve uzun erimli olmamıştır. Bu
plan elbette bu maddelerle sınırlı kalmamış olup, Kürdistan o gün bugündür özel
statülerle yürütülürken tümden bir Özel Savaş Sistemi devrede tutulmuştur.
1927-1947 yılları arası Kürdistan, Örfi İdare (Sıkıyönetim)
altında Umumi Müfettişlikler ile 1980’lerden sonra ise Olağanüstü Hal Bölge
Valilikleri, Sıkıyönetimler, Terörle Mücadele Kanunları ve güncel durumda
Güvenlik Müsteşarlıklarıyla yürütülmektedir.
Şark Islahat Planı’nın hayata geçirilme süreci her dönem
yeni yeni kararlarla desteklenmiş, güçlendirilmiş ve güncellenmiştir.
Şark Islahat Planı’nı ele alırken:
“Kürdistan’da, Kürt memur tayin edilmemeli. Sıkıyönetim
mahkemelerinde, asker ve sivil yerli hakim bulunmayacak. Posta ve Telgraf,
polis, Jandarma zabitleri ve asayiş umumiyetle alakalı memurların yerli halktan
olmayacak. Kürtçe konuşmak yasak olacak. Konuşanlar cezalandırılacak” demiştik.
Gizli genelgeler ile de: “Türk kızlarının Türkçe konuşamayan köylülerle
evlendirilmesini teşvik etmeli” yaklaşımı özel olarak ele alınmıştır.
Meclis Başkanı Abdülhalik Renda’nın raporunda: “Kürdistan
bölgesinde, Türk nüfusu, Kürt nüfusunun dörtte birinden daha azdır. Elimizde
kalan Türkiye arazisinde iki milletin aynı kudret ve selametle hakim bulunması
imkanını katiyet görmüyorum. Binaenaleyh bütün memlekette Türk nüfusunun ve
nüfuzunun hakim kılmağı farz ve zaruri görüyorum” derken Kürtlerin sürgün ve
asimile edilmesinin asıl nedenlerini alenen ifade etmiştir.
1927 yılında çıkarılan “Bazı şahısların Şark Mıntıkasından
Garp Vilayetlerine Nakline dair Kanunları. Mecburi İskan ve Tunceli (Dersim)
kanunları” gibi sansür ve sürgün talimatnameleri ile Kürtler binlerce yıldır
yaşadıkları yerleşimlerinden, köylerinden ve meskenlerinden zorla çıkarılıp
batı illerine sürülmüştür. Yerlerine ise Türk göçmenler yerleştirilmiştir. Bu
yeni kitlenin tüm harcamaları, bir senelik iaşe bedeli ve tohumluk, araç gereç
ve konut giderleri devlet bütçesinden karşılanmıştır.
14 Eylül 2000 tarihinde basına ve kamuoyuna Doğu ve
Güneydoğu Eylem Planı (DGEP) adıyla bir belge yansıdı. Siyaset Bilimi Profesörü
ve Türkiye Tarihi Uzmanı Baskın Oran bu plan için şunları ifade etmektedir:
“Aralık 99’daki MGK toplantısında alınan karar uyarınca
hazırlanmış bu Planın bir “durum saptaması” ve bir “öneriler” bölümünden
oluştuğu ve sadece bu ikinci bölümünde tam 107 adet öneri bulunduğu yazılıyor.
Yazılıyor diyorum, çünkü Sabah’ta Cengiz’in de (Çandar) isabetle belirttiği
gibi, “bütün partilerin partiler üstü bir anlayışla yaklaştıkları” bu Plan,
böyle nasıl uygulanacaksa, “gizli bir eylem planı” diyor. DGEP’in “durum
saptaması” bölümü üç ana tespit yapıyor:
1) Sorun, sosyal nitelikli bir sorundur. Kaynakları
şunlardır:
a) Kamu yönetimindeki büyük eksiklikler ve kadro açıkları.
Halk bölgede “güçlü, adil, sevecen” devlet istemektedir ve güçlü devletten
kasıt, kamu yönetimindeki eksikliklerin giderilmesidir;
b) Ciddi ekonomik sorunlar (istihdam, hayvancılık,
yatırımlar);
c) Büyük eğitim açığı;
d) Büyük sağlık sorunu.
2) PKK’nın bütün çabalarına rağmen, bölgede “kimlik duygusu
uyandırmaya yönelik” çabalar yaygın ve temel bir sorun yaratamamıştır. Bu
açıdan halk 3 gruba ayrılabilir: a) PKK sempatizanları; b) Protestocular; c)
PKK kimliği taşıyanlar. İlk iki grup, ekonomik ve sosyal sorunları çözülünce
PKK etkisinden kurtulacaktır.
DGEP’in önerdiği çözümler (yani tedaviler) de, tabii ki, bu
saptamalarla (yani teşhislerle) tamamen tutarlı:
1) Kamu yönetiminin güçlendirilmesi: “Birinci sınıf” vali ve
kaymakam atanması, bütün memurlara askerler ve polisler gibi zorunlu şark
hizmeti;
2) Ekonomide onarım: İşsizlere iş bulma kurumu, arazinin
verimli kılınması, kooperatifçiliğin özendirilmesi;
3) Eğitimde onarım: Yatılı bölge okullarının
güçlendirilmesi, kadınlara okuma-yazma öğretilmesi, TRT’nin eğitici ve öğretici
yayınlarının artırılması;
4) Sağlıkta onarım: Personelin zorunlu rotasyonla bölgeye
gönderilmesi.”
DGEP 1999 yılında MGK tarafından alınan bir planlama ve
karardır. Yani aradan tam 75 yıl geçtikten sonra bile devreye konulmak istenen
plan yine aynı şekilde Şark Islahat Planı’nın temel amaçlarının hayata
geçirilmesine dönüktür. Kürt Halkı’na uygulanan kültürel soykırımının
derinleştirilerek devam ettirilmesi ve sonuç alınmasını engelleyen kamu yönetimi
zaaflarının giderilmesi amaçlanmaktadır.
Bugün bile halen YİBO (Yatılı İlköğretim Bölge Okulları) ve
bunun yenilenmiş versiyonu olan PİO (Pansiyonlu İlköğretim Okulları)
modellerindeki ısrar ve Kürt Kızları’na uygulanan taciz ve düşürme saldırıları,
zindanlarda Kürt Çocukları’na yapılan taciz ve tecavüzler, “Haydi Kızlar Okula”
kampanyaları ve ÇATOM’lar (Çok Amaçlı Toplum Merkezleri) gibi birçok proje
derken, Kürt Çocukları’na ve gençlerine karşı uygulanmakta olan Türkçe
asimilasyonu ve kendine yabancılaştırma uygulamalarının tümü Şark Islahat
Planı’nın yürürlükte olduğunu göstermektedir.
Öyle ya, daha birkaç yıl önce Van depremi ardından Mersin’e
göç etmek zorunda kalan Kürt Analara boşu boşuna zoraki Türkçe öğretilmiyor!
Boşuna Kürt Çocukları’na zoraki el konulmak istenmiyor, boşuna ıslah evlerinde
Kürtlükten pişmanlık duygusu yaratsın diye en iğrenç uygulamalar yürütülmüyor,
boşuna Kürt Kızlarına “dağa çıkma yerine fahişelik yapsınlar” denilmiyor,
boşuna “her Türk ikinci imam nikahlı eşini Kürtlerden getirsin” denilmiyor,
boşuna spor, sanat ve fuhuş için Kürt Kızları ve çocukları özendirilmiyor! Ve
boşuna Hakkari’den çocuklar alınıp İstanbullarda okutulmak istenmiyor!
Bu kadar kirli politikalara bugün yeniden başvurmalarının
nedenlerini devlet içi yazışmalarda gizli tutulan Milli Bütünleşme Projesi
adındaki bir belgede şöyle formüle edilmiştir:
“PKK’nın başarısı, Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana
sürdürülen “Milli Bütünleşme Projesi” çerçevesinde henüz ulusal bütünlüğe tam
olarak eklemlenememiş yurttaşlarımız ile ulusal bütünleşmeyi sağlamış olan
yurttaşlarımızın bir kısmını ulusal bütünlük sürecinden kopararak, Kürt “etnik
gruplaşması” sürecine sokmuş olmasıdır. Bölge insanının kafasında kendisine
Kürt oluşundan ötürü farklı davranıldığı tezi oluşmuş olması, etnikleşmeyi
güçlendirmektedir. Esasen Milli Bütünleşme Projesi 1980’lerde GAP projesinin
devreye girmesi ile dev adımlarla hızla sonuca doğru gidecek Türkiye
Cumhuriyeti’nin milli bütünlüğü sosyolojik olarak tamamlanacaktı. PKK’nın bu
dönemde ortaya çıkması “Milli Bütünleşme Projesini” sekteye uğratmış ve toplumu
“Milli Bütünleşme Projesine” karşı harekete geçirmiştir.
Devletin halkı kazanmak için yaptığı girişimler büyük ölçüde
amatörce kalmıştır. Bazı çok başarılı çalışmalar kişisel olarak kalmış kurumsal
bir kimlik kazanamamıştır. Türkiye’nin Milli Bütünleşme Politikaları’nın
sürdürülmesi konusunda en ufak bir komplekse kapılmasına gerek yoktur. Çünkü
bütün milli devletler, tarihsel süreç içinde toplumsal bütünleşme, yerleştirme
ve üretilen modern bir hakim kültür etrafında asimilasyona ve/veya bütünleşmeye
öncelik vermişler, çatışma ve gerilimleri azaltıcı politikalar izlemişlerdir.”
Evet, yukarıda dile getirilenlerin tümü bir plan dahilinde
yapılmaktadır. Bu planın adı Şark Islahat Planıdır. Ve bu plan cumhuriyet
rejimi boyunca evirilip çevrilip, yeni adlar altında, yeni isimlerle, ek
maddelerle ve güçlendirmelerle daima canlı ve güncel tutulmuştur. Hedef her
zaman kültürel soykırım olmuştur. Kültürel soykırımın en başat hedefi ve
başarısının garantisi ise hiç kuşkusuz anadilidir. Büyük filozof Martin
Heidegger’in de dediği gibi “varlığın evi dildir”. Anadilinden olan bir
topluluğun varlığını ve oluşum halini sürdürmesi imkansızdır.
Başkan Apo boşuna “Kendi dilini yazdıramayan, kullanamayan
bir halk hor görülmeye layıktır!” dememektedir. Yine “Dil kavramı, kültür
kavramıyla sıkı bağlantılı olup esas olarak dar anlamında kültür alanının başat
kavramıdır. Dil’i dar kültür olarak da tanımlamak mümkündür. Dilin kendisi bir
toplumun kazandığı zihniyet, ahlak ve estetik duygu ve düşüncenin toplumsal
birikimidir. Anlam ve duygunun bilince çıkmış, ifadeye kavuşmuş kimliksel,
ansal varoluşudur.
Dile kavuşan toplum, yaşamın güçlü gerekçesine sahip olmuş
demektir. Dilin gelişkinlik düzeyi yaşamın gelişkinlik düzeyidir. Bir toplum ne
kadar anadilini geliştirmişse o denli yaşam düzeyini geliştiriyor demektir. Ne
kadar dilini yitirmeyle ve başka dillerin hegemonyası altına girmeyle
karşılaşmışsa o denli sömürgeleşmiş, asimilasyona ve soykırıma uğramış demektir.
Bu gerçekliği yaşayan toplumların zihniyet, ahlak ve estetikçe anlamlı bir
yaşamları olmayacağı; trajik, hasta bir toplum olarak silininceye dek yaşamaya
mahkûm kalacakları açıktır. Anlam, estetik ve ahlak yitimini yaşayan
toplumların kurumsal değerleri ancak sömürgenlerin hammaddesi olarak
işlenecekleri de bu açık olmanın bir gereğidir” diyerek dilin insan zihniyeti
ve var oluşu üzerindeki olmazsa olmaz yerini dile getirmektedir.
Soykırımcı ve faşist rejimlerin halkları yok etme
planlarında dil ve kültür asimilasyonunun önemini şöyle ifade etmektedir Albert
Memmi:
“Üstelik sömürge insanının ana dili, duyguları, düşünceleri
ve rüyalarıyla ayakta kalan dili, yumuşaklığını ve merakını ifade ettiği o dil,
yani en büyük duygusal etkiyi yapan dil, aslında en az değer verilen dildir.
Ülkede ya da halkların birliğinde bir statüsü yoktur. Bir işe girmek, kendine
bir yer edinmek, toplulukta ve dünyada var olmak isterse, önce efendilerinin
diline boyun eğmek zorundadır. Sömürge insanı içindeki dil çatışmasında, ezilen
anadil olur. Bu zayıf dili bir kenara bırakmaya, yabancıların gözünden
saklamaya bizzat kendisi koyulur… Dilini yazılı eserlerde yeniden yaratma
noktasında kullanmayı öğrendiğini varsayalım; kimin için yazacaktır, hangi
kamuoyu için? Kendi dilinde yazmakta ısrar ederse, sağırlardan oluşan bir
dinleyici önünde konuşmak zorunda kalır. İnsanların çoğu kültürsüzdür ve hiçbir
dilde okuması yoktur, oysa burjuvazi ve akademisyenler sadece sömürgecinin
diline kulak verirler. Geriye yalnızca tek bir doğal çözüm kalır: Sömürgecinin
dilinde yazmak.”
Paulo Freire’nin: “Dilin sadece bir iletişim aracı değil,
ayrıca ulusal varlık için bir düşünme yapısı da olduğunu kabul etmeleri
gerekir. Dil, bir kültürdür” sözlerine Sao Tiago Devlet Başkanı olan Aristide
Pereira ise: “Özgürlüğümüzü elde ettik ve sömürgecileri attık. Şimdi zihinlerimizi
sömürgecilikten ve sömürgelikten kurtarmalıyız” dediği gerçeklik özünde Dil
üzerinde oluşturulmuş olan bu tahakkümü ve çöreklenmeyi söküp atmaktır. Çünkü
“düşüncemiz özgürleşme mücadelesinde evrilen yeni kavramlarla çatışma
içerisinde olacaktır.” Bu yapılmadıkça sömürgecilerin dil ve asimilasyon
politikaları sökülüp atılamayacaktır.
Devam edersek; Şeyh Said İsyanı’nın bastırılmasından sonra
1926 Yılı’nda on iki Dersim Aşiret Reisi’nin idamı Hozat’ta direnişe neden
olmuştu. Aynı yıl Sason’da bulunan Şeyh Said İsyanı’na katılmış olup hala
direniş halinde bulunan Musa Bey ve aşiretine yönelik geliştirilen askeri
hareket başarı sağlayamamıştı. Kürdistan’ın birçok yerinde halen devletle
çatışan gruplar dağlarda varlıklarını sürdürmekteydiler. Bu döneme kadar
bastırma, imha ve sürgün politikaları ağırlıklı olarak uygulanırken, diğer bir
taraftan ise “yatıştırma, kazanma, yumuşatma” politikaları devreye konulmuştu.
Özelde Dersim aşiretlerine bu politika denge unsuru olarak
ele alınırken, Bektaşi liderlerinin Dersim’e ziyaretleri de eksik edilmez.
Diğer taraftan ise aşiretleri birbirlerine karşı örgütleme yoluna gidilmiştir.
Bu arada bir milyona yakın Kürt sürgüne tabi tutulmuştur. Siyaseten ve ruhen
çok yönlü olarak Kürt’ün doku yapısının zayıflıkları tanındığı için, aşiret
hiyerarşisi ve özelde de reislerinin “şeker politikasıyla” kazanılması çabası
tüm hızıyla sürmüştür.
Kürdistan’a özgü olarak geliştirilen sıkıyönetim diye de
tabir edeceğimiz genel müfettişliklerle, soykırımın idari yapısı kurumsallaştırılmaya
ve bu şekilde sürdürülmeye çalışılıyordu. Ancak direnişin kırılması mümkün
olmayıp beklenildiği üzere bir durulma, rahatlama ve sakinleşme görülmüyordu.
Bunun üzerine, 1927 yılında çıkarılan yasa ile Şeyh Said İsyanı’na katılanlar
af edilirken, Kürdistan’ın birçok yerinde göreceli bir serbestlik ve rahatlama
yaşanmıştır.
Devlet, Takriri Sükûn gibi kanunları çok da
gündemleştirmeden sessizce ve derinden uygularken, kimi aşiret ve reislere
yerel haklar tanımış, devlete bağlılığı kanıtlanmış olan aşiret, reis ve
ağaların Kürdistan’a dönmelerine izin vermiştir. İzlenen bir nevi çok daha
profesyonelleştirilmiş bir Abdülhamit politikasıdır. Hep bir şekliyle vurucu
bir işbirlikçi güç olarak önemli bir kesimin devlete bağlı tutulmalarının
sağlanmasıdır. Ayrıca güçsüzleşen ve iradesi kırılan Kürt egemenlerinin
celladına aşık ettirilme politikasıdır.
Devam Edecek: Şeyh Said isyanı sonrası yaşanan
direnişlere ilişkin kısa bilgiler
Abdullah Öcalan Sosyal Bilimler Akademisi Yayınları
Tarih Şimdidir-Kürdistan Tarihine Özlü Bir Bakış
Kasım Engin
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.lekolin.com - www.lekolin.org - www.lekolin.net –
www.lekolin.info -www.navendalekolin.com -http://kursam.org/index.html