KCK Yürütme Konseyi, çatışmasızlığın anlamsız hale
geldiğini, artık Türkiye ve Kürdistan'da bir çatışmasızlığın söz konusu
olmadığını, AKP'nin bir yıldan fazladır sonlandırdığı çatışmasızlığı resmi hale
getirdiğini ilan etmiştir. KCK’nin şimdiye kadar yaptığı ciddi uyarıları
AKP'nin dinlememesi ve çözümsüzlükte ısrar etmesi KCK’yi böyle bir adım atmaya
zorlamıştır.
Son iki yıldaki gelişmeler AKP'nin zihniyet olarak eski
iktidarlardan farklı olmadığını, sadece söylem ve yöntem değiştirdiğini
kanıtlamıştır. Dünyada Kürt Özgürlük Hareketi kadar makul ve sabırlı davranan,
buna rağmen hiçbir karşılık bulmayan başka bir hareket, politik tavır
gösterilemez. AKP hükümetinin ne kadar ciddiyetsiz, yalancı, demagojiye dayalı
bir özel savaş hükümeti olduğunu göstermiştir. Erdoğan bir özel savaş şefi
olmuştur; hükümeti de bu özel savaşın borazancıları olarak rollerini yerine
getirmiştir.
Gece gündüz dün şöyleydi, şimdi Kürt sorunu tartışılıyor ve
TRT 6 var gibi propaganda yapmaktadırlar.
Öyle ki bu söylemlerden Kürt toplumuna gına gelmiştir. Bu psikolojik
savaş hükümeti ve onun kendini akıllı sanan boşboğaz üyeleri bilmeli ki,
dünyada Kürt halkının konumunda yaşayan başka bir halk yoktur. Bugün dünyada
Kürdün konumunu kabul edecek tek bir toplum ve birey bulunamaz. Dünyada halklar
mücadele vermiş, Kürtler üzerinde uygulanan benzer politikalara son vermiştir.
Kürtler de özellikle son kırk yıl olmak üzere yüz yıldır mücadele vermiştir.
Sanki bunlar olmamış gibi, dün şöyleydi, bugün böyledir söylemleri ancak
toplumu geri zekalı, kendini akıllı sananların söylemi olabilir. Artık ölümü
gösterip sıtmaya razı etmenin dönemi son bulmuştur. Kırk yıllık büyük bir
mücadele var. Kırk yıllık mücadeleden sonra zaten eski politikalar
sürdürülemezdi. Eskinin üzerine bazı cilalar sürülmek zorundaydı. Şimdi bunları
büyük bir nimetmiş gibi her gün tekrarlıyor. Amiyane deyimle özel savaş gereği
kültürel soykırımı yeni koşullarda sürdürme gereği yaptığı bazı rötuşları başa
kakıyor. Gerçekten de bu hükümet kadar seviyesiz, densiz, kendini bilmez başka
bir hükümet görülmemiştir. Aslında sonradan görme deyimine tekabül eden bir
karaktere sahiptir.
Ortada bir Kürt sorunu var; sen bu halkın varlığını anayasal
ve yasal güvenceye aldın mı? Asimilasyon ve kültürel soykırımla Türkleştirme
politikasından vazgeçecek adımlar attın mı? Anadilde eğitimini kabul ettin mi?
Yoksa kültürel soykırımı daha da mı hızlandırdın? Kürtlerin kendi kimliği ve
varlığıyla öz örgütlenmesini ve özyönetimlerini, yani demokratik özerkliklerini
kabul ettin mi? Kürtlerin eğitim, sağlık, ekonomi, güvenlik ve benzeri
alanlarda özyönetimi var mı, bu konularda özgürce karar verebiliyorlar mı?
Bunların hiçbirine olumlu cevap veremiyorsan ne konuşuyorsun? Öyle ki Türkiye
yasalarına göre çalışan Belediye Başkanları bile hoşlarına gidilmediğinde
görevden alındılar.
Kürt Özgürlük Hareketi çatışmasızlık yaratıp ortamı
yumuşattığı halde, toplumun büyük çoğunluğu bu sorunu çözün dediği halde, Kürt
sorununun çözümsüzlüğünde ısrar ediliyor ve adım atılmıyorsa orada zihniyet
sorunu vardır. AKP'nin zihniyet sorunu vardır, kişilik sorunu vardır, karakter
sorunu vardır. İktidar ve rant dışında düşündüğü bir şey yoktur. Yaptığım
dediği şeyler de tamamen iktidar ve rant düzenini sürdürmek içindir. Ne halkın
ne de ülkenin geleceğini düşünüyor. Bu nedenle günlük yaşıyor. Zaten özel savaş
durumu ve psikolojik savaş karakteri de günlük yaşamayı ifade ediyor.
Demagoji ve yalan bu hükümetin kimliğidir. Yalçın Akdoğan
diye bir psikolojik savaş kafası çıkmış, bazı Kürtlerin hoşlanacağı laflar
söyleyerek kendi yüzünü gizlemeye çalışıyor. Biz çözümsüzlük en iyi çözümdür
diyenlere karşı çıktık; çözümsüzlük politikalarına her yerde son verdik diyerek
çözümsüzlük politikasını gizlemeye çalışıyor. Her yerde çözümsüzlük
politikasından vazgeçmiş, çözüm politikasını kabul etmiş, ama hiçbir sorun da
çözmemiş! Kıbrıs’ta da çözümsüzlük politikasını bıraktık diyor, ama ortada
çözüm yok. İşte AKP'nin çözüm dediği çözümsüzlükte farklı biçimde ısrar
etmesidir. Yöntem ve söylem değiştirmesini sanki politika ve strateji değiştirmiş
gibi yutturmaya çalışıyor.
AKP hükümeti eski hükümetlerden daha tehlikelidir. Kırk
yıllık mücadelenin ortaya çıkardığı ve kendini dayatan çözüm zeminini ortadan
kaldırıyor. Böylece sorunun on yıllarca daha sürmesine neden olacak bir
politika izliyor. Çözümü yakınlaştırmıyor, öteliyor. Hatta çözüm ortamını
ortadan kaldıracak tek devlet, tek millet, tek vatan ve tek bayrak, tabii ki
tek dil politikasını sürdürmek istiyor. İşte bizim çözümsüzlük politikalarını
bıraktık dediği de sürdürülemeyen bu politikaların yeni koşullarda sürdürülmesi
koşullarının yaratılmasıdır. Bu açıdan çözümsüzlüğü bıraktık demesi külliyen
yalan ve demagojidir. Kırk yıl önceki söylemi bırakmak çözümsüzlük
politikalarını bırakmak değildir. Kırk yıl önceki politikayı bırakanlar tek millet,
tek vatan, tek devlet, tek bayrak, tek dil demez. Kürt kimliği anayasal ve
yasal güvenceye alınır, anadilde eğitim kabul edilir, demokratik özerklik
tanınır, Kürtlerin bu temelde kendisini örgütlemesinin önündeki engeller
kaldırılır. Bunlar yapılmıyorsa biz çözümsüzlüğü bıraktık demek kırk yıl önceki
politikadan daha tehlikelidir.
Türk devleti, egemenler kırk yıl önceki politika iflas
ettiği için AKP iktidarına onay vermişlerdir. AKP'nin Kürtleri oyalayıp
aldatacaklarını düşündükleri için AKP hükümetini kabul etmişlerdir. Zaten AKP
hükümeti de en iyi ben aldatır, ben oyalar, ben etkisizleştiririm diyerek
iktidarını on iki yıldır sürdürmektedir. Bu açıdan Türkiye halklarını ve
Kürtleri değil, Kürtleri siyasi egemenlik ve kültürel soykırım altında tutmak
isteyenlerin isteklerini karşılayarak ayakta kalmayı tercih etmiştir. AKP bu
tercihin adıdır. Klasik devlet zihniyetinin yeni yüzüdür. Zaten Ahmet
Davutoğlu, Türkiye'nin çıkarlarını en iyi biz temsil ediyoruz, Türkiye'nin
etkinliğini, egemenliğini en iyi biz sağlarız iddiasındadır. Bu iddia,
Kürtlerin haklarını kabul ederek Türk-Kürt ilişkilerini düzelterek değil,
Kürtler üzerinde kültürel soykırımı tamamlama temelinde ileri sürülmektedir.
AKP hükümeti tehlikeli bir konumdadır. Eski çökmüş sistemi
restore ederek sürdürmek istiyor. Kürtlerin on yıllardır büyük bedeller vererek
yürüttüğü mücadeleyi etkisizleştirmeyi hedefliyor. Kırk yıllık mücadelenin Kürt
sorununun çözümünü dayatması karşısında bundan nasıl kaçınacağının politikasını
yapıyor. Mücadele birikimini de, mücadele eden halk gerçekliğini de ortadan
kaldırmak istiyor. Eskinin maskesi düşmüştür. Artık eskiyle Türkiye yürümez.
Eski politikada ısrar etseydi şimdiye kadar dağılırdı. Bu nedenle eskiyi
bırakmak marifet değildir. Eskinin kabul etmediği Kürt haklarını tanıyor musun,
yoksa cilalama mı yapıyorsun? Buna
bakmak gerekir. Eskinin bile açıkça her gün savunamadığı tek millet
tekerlemesini amentü haline getirmek tüm gerçekliği göstermeye yeter.
Aslında gerçek yüzlerini son zamanlarda daha fazla gösterdiler.
Çatışmasızlığı nasıl anladıklarını ortaya koydular. Ne yapsalar da Kürtler
sesini çıkarmamalıdır; evlerinde dizlerini kırıp kuzu kuzu oturmalıdırlar.
Karakol, askeri amaçlı yol ve baraj yapıyor, buna karşı çıkılınca “asayişi
bozuyorlar” deniliyor. Kültürel soykırım amaçlı baraj yapımına karşı çıkılınca
“ekonomik kalkınmayı engelliyor” diye suçluyor. Yani hem suçlu hem de güçlü!
IŞİD faşistlerini destekliyor, saldırtıyor. Buna karşı
Pirsusluları, Rıhalıları, Kürdistanlıları ise asayişi bozmakla suçluyor. Aysel
Tuğluk’a hakaret ediliyor, hedef gösteriliyor. Tam da ağa-köle ilişkisini
belirleyen zihniyet. Kendisi her şeyi yapacak, köle olan da sadece boyun
eğecek! Bu devletin asayiş anlayışı da budur. Zaten halklar ve toplumlar
egemenlerin bu asayiş anlayışını ortadan kaldırmak için mücadele ediyor. Bu
nedenle bu hükümetin asayiş anlayışı kabul edilemez. Bu asayiş anlayışını
kırmak ve bozmak en büyük demokratik eylemdir.
AKP hükümeti bilsin ki çatışmasızlık ortamı Kürt halkının
her şeye boyun eğmesi ve demokratik eylemsiz kalması değildir. Direnmeyen ve
hak aramayan bir toplum haline gelmesi değildir. AKP hükümeti niyetini açıkça
ortaya koymuştur. Ben direnen bir toplum, hak arayan bir toplum istemiyorum,
eylemsiz, sadece bir açıklama yapsın, sesini duyursun, yeter diyor. Böylece
Demirel’den daha geri bir anlayışa sahip olduğunu gösteriyor. Hiç değilse
Demirel “sokaklar yürümekle aşınmaz” diyordu. Siz yürüyün, biz bildiğimizi
okuruz anlayışındaydı. AKP ise “yürümeniz de suçtur, sadece bir yerde konuşursanız
yeter” diyor. Kırk yıllık mücadelenin yarattığı özgürlüğü için mücadele eden
halk gerçeğini ortadan kaldırıp her türlü baskı karşısında boyun eğen ve sessiz
kalan bir halk gerçeğini arzuluyor. Yani Kürtlerin 1970’li yıllar öncesi gibi
olmasını arzuluyor. Çatışmasızlık ortamında özel savaş yöntemleri ve psikolojik
savaşla böyle bir toplum ve birey yaratmayı hedefliyor. Çatışmasızlığı esas
olarak bunun için istediği daha iyi anlaşılıyor.
Biz de vurgulayalım, çatışmasızlık böyle bir toplum yaratmak
ve bu temelde Kürt sorununu çözümsüz bırakmak için sağlanmamıştır.
Çatışmasızlık böyle kötüye kullanılıyorsa orada çatışmasızlığın sürmesi de söz
konusu olamaz. Nitekim AKP'nin bu demagojik ve kendine göre kurnaz politikaları
sonucu çatışmasızlık sona ermiştir. Zaten bu kafayla çatışmasızlık bir arada
yürüyemezdi.
Öte yandan Kürt Halk Önderine büyük bir yanılgıyla
yaklaşılmıştır. Kürt Halk Önderi anlaşılmamış, çatışmasızlığın sürmesinde bir
araç olarak görülmüştür. Bir zamanlar PKK zayıfladı ya da yenildi diyerek
yaklaşanlar şimdi de psikolojik savaşla, konuşmayla kandırıyoruz gibi
kendilerini kandıran bir yaklaşım göstermişlerdir. Önderlik ve Hareket
defalarca “böyle yaklaşmayın” biçiminde uyarsa da, Önderliğimizin ve
Hareketimizin niyetini, sabrını ve makul yaklaşımını zorlayarak bugüne kadar bu
politikayı sürdürmüşlerdir. Ancak bu politika için deniz bitmiştir. Bu
politikayı sürdürenler tam da çok demagojik olarak gönderme yaptıkları eskiye
dönmekten kurtulamazlar.
Eski dönemde soykırım zihniyetine karşı çıkıldığı için çok
kirli bir biçimde Kürtlere bir saldırı oldu. Şimdi de AKP politikalarına karşı
çıkılınca pabuç bırakmayız diyorlar. Yine 2011 gibi konuşuyorlar. Zaten 2011 ve
2012’deki politikalar Davutoğlu, Yalçın Akdoğan gibilerinin kafasının altından
çıkmıştır. AKP bu politikalarla kendim ettim kendim buldum türküsünü
söyleyecektir. Ben devletim, ezerim diyenler kıç üstü oturacaktır. Eşekten
düşmüşe dönecektir. Biz 2011 yılında da bunu hatırlatmıştık, ama dikkate
almayınca AKP'yi düşürmenin eşiğine getiren 2012 yılı yaşanmıştır.
Yalçın Akdoğan Mardin’e açılımın ekonomik boyutu denilen bir
toplantıya katılmış. Buraya yatırım gelecek demiş. Biz de “batsın bu
yatırımlarınız, gelmesin bu yatırımlarınız” diyoruz. Baraj yapmış, karakol
yapmış, yol yapmış. Yani siyasi egemenlik ve kültürel soykırıma hizmet eden
işler yapılmış. Bunları da bir yatırım gibi göstermek nasıl bir egemenlik
zihniyetinin hakim olduğunu gösteriyor.
Kürt halkı devletten ya da işadamlarından yatırım
yapılmasını istemiyor. Kürtler demokratik özerklik içinde ekonomik
özerkliklerini istiyorlar. Ekonomik sömürgeciliğe son verilmesini istiyorlar.
Kürdistan’la Türkiye arasında tarihin en ağır ekonomik uçurumu yaşanıyor.
Amed’le İstanbul, Van’la İzmir arasındaki uçurum yüz yıl öncesinden katbekat
fazladır. Bu bile Kürdistan'da nasıl bir ekonomik sömürgecilik uygulandığının
kanıtıdır. Aslında Kürtler ve Kürdistan sömürge koşullarında bile yaşamıyor.
Kürtler ve Kürdistan tümden yok edilmek isteniyor. Kürtleri ve Kürdistan'ı
sömürge bile kabul etmeyenler şimdi utanmazca konuşuyorlar. Türkiye'nin
enerjisi Kürdistan’dan gidiyor, ama bu enerji yine de Kürtlere satılıyor.
Türkiye Kürdistan'a ekonomik anlamda bir yatırım yapmıyor; yaptık dediği
şeylerle Kürtleri ve Kürdistan'ı her bakımdan soykırım altında tutuyor. Buna
ekonomik soykırım da dahil.
Türkiye şu anda ucuz Kürt işgücüyle ekonomik değer
yaratıyor. Türkiye ekonomisi ucuz Kürt işgücü sırtından yükseliyor. Enerjisi
Kürdistan'dan gidiyor. Buna bir Güney Kürdistan'dan giden on milyardan fazla
gelir de eklenince kimin kimin sırtından yaşadığı ortaya çıkmaktadır. Kürt
işgücü olmasın, Güneyden gelen kaynaklar kesilsin, Türkiye dünyanın en ağır
ekonomik krizini yaşar. Zaten bu nedenle Güney Kürdistan’la “iyi” ilişkiler
sürdürülüyor. Hem PKK'yi etkisizleştirerek hem de ekonomik olarak imkan bulmak
için KDP ve Barzaniler Türkiye için iyi Kürt’türler.
Bazı işadamları gelecekmiş Kürdistan'da yatırım
yapacaklarmış. Bazıları da köle gibi çalışacakmış. Hiç kimse bunu da nimet
olarak sanmasın. Kürdü köle yapmak nimet olarak sunulacak. Bu da kabul
edilmemelidir. Kürdistan'da amaçlanan “liberal ekonomiyle” Kürdün
toplumsallığını dağıtmak ve bu temelde Kürdü köle kılmaktır. Kırk yıllık
direniş toplumsallığın dağıtılmasına izin vermedi; şimdi sırada ekonomik yatırım
adı altında Kürdün toplumsallığı dağıtılıp Kürtlük bitirilmek isteniyor. Hiç
bir Kürt bu oyuna gelmemelidir, bunu nimet olarak görmemelidir.
Bugün Kürtler için istenmesi gereken demokratik özerkliktir.
Bu temelde komünal ekonomiyi kurmalı, toplumsallığı dağıtan değil, güçlendiren
bir ekonomik model yaratılmalıdır. Yoksa Kürdü bitirmeyi başka türlü
yapamayanlar; bu tür ekonomik modellerle, daha doğrusu ekonomik soykırım yapan
sözde yatırımlarla Kürdün toplumsallığını dağıtıp bitireceklerdir. Kürtler
gözünü açsın, bu özel savaş ekonomisi ve ekonomik soykırıma karşı dursun. Çünkü
bu toplum kırımdır, kültürel soykırımdır ve Kürdün direncinin kırılıp
bitirilmesidir.
Mustafa Karasu
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.navendalekolin.com - www.lekolin.org - www.lekolin.net –
www.lekolin.info